TARİHTE SANAT TARİHİ VE WÖLFFLİN

21.03.2016 tarihinde e-skop’ta yayınlanmıştır.

Sanatın zamanını (dönemlerini, ekollerini, akımlarını, stillerini vb.) sanat tarihleri kuruyor. Ama onların da zamanı var. Sanat tarihlerinin de tarihi var. Bu konudaki kaynaklar ötekilere göre son derecede nadir de olsa, çok daha kritik, belirleyici. Çünkü bunlar tarih anlatılarının üstüne çıkıyor ve onların normlarını rölatifleştiriyor, epistemolojilerini sorguluyor, inandırıcılıklarını sarsıyor, tutarlılıklarını siliyor. Bir anlamda bunları yapıbozuma uğratıyor. Anlamlarını ve kavramlarını muğlaklaştırıyor.

Giorgio Vasari

Vasari ve Biyografi

Heinrich Wöllflin'in (1864-1945) yeniden çevrilerek geçtiğimiz günlerde yayınlanan kitabı Sanat Tarihinin Temel Kavramları,[1] "tarihin tarihi" perspektifinden bakınca, Batı'da sanatla ilgili historiyografideki birkaç nirengiden biri, belki de sonuncusu. Nirengilerin ilki, Giorgio Vasari'nin (1511-1574) yazdığı Cimabue'den Zamanımıza En Mükemmel İtalyan Mimarlarının, Ressamlarının ve Heykeltıraşlarının Hayatları. Kısaca Sanatçıların Hayatları diye anılıyor. Vasari'nin kendisi de aslında bir ressam, heykeltıraş ve mimar. Mediciler’in çığır açan sanat etkinliklerini de o yönetiyor. İlk akademi sayılan Floransa'daki Accademia delle Arte del Disegno'nun kurucularından. Diğerleri Cosimo de Medici ve Michelangelo.

Vasari'ye göre sanat, tanrısal bir yaratma kudretine sahip olan dehaların işi. Sanat tarihi de bu dehaların biyografileri. İlk Türk sanat tarihçisi sayılan Mustafa Âli'nin Vasari'yle aynı zamanlarda yazdığı kitabının adı da Sanatçıların Hayatları'nı andırıyor: Menakıb-ı Hünerveran – Hattatların ve Kitap Sanatçılarının Destanları. Biyografik tarihler elbette bir kanon kurarlar. Önce dehalar kimdir belirleyip, sonra da onlar arasında bir estetik hiyerarşi oluştururlar. Zirvesinde Medici himayesindeki Raffaello ve Michelangelo'nun bulunduğu "Vasari kanonu" yüzyıllarca etkili olmadı mı? Zamanımızda da süren ve özellikle kataloglarda kullanılan "hayatı-eserleri" formatındaki biyografiler de Vasari'nin mirası olmalı.

Vasari tarihinin dönemleri, insan hayatının dönemlerine karşılık geliyor. "Sanatçıları, sanatların yeniden doğuşundan bizim zamanımıza kadar süren, her birinin kendine özgü, fark edilebilen özellikleri olduğu üç bölüme veya diyelim üç döneme ayırdım":[2] 1) Çocukluk/14. yüzyıl/Giotto, 2) Gençlik/15.yüzyıl/Masaccio, 3) Olgunluk/16. yüzyıl/Michelangelo. Vasari'nin dönemlerinin arkasında başka bir çevrim vardır: doğum ve çürüme. Tanrı'nın ilk heykel insanı yoğurmasıyla "doğan", "olgunluğunu" Yunan ve Roma antikitesiyle yaşayan sanat, Konstantin'le ve Bizans'la çürümeye başlar. Rönesans'la 14. yüzyılda yeniden doğar. Avrupa kültür tarihinin Ortaçağ/Rönesans, karanlık/aydınlık, eski/yeni, geleneksel/modern gibi karşıt kavram çiftleriyle dönemselleştirilmesine ilişkin köklü şemanın kaynaklarından başlıcası Vasari'nin çevrimsel tarihidir.[3] Ortaçağ sanatının, Gotik'in karanlıklarından kurtarılarak sanat tarihine mal edilmesi ancak Goethe'yle, modernliğe bayrak açan romantiklerle başlıyor.

Johann Joachim Winckelmann

Winckelmann ve Kültürel/ulusal Tarihler

Johann Joachim Winckelmann (1717-1768), sanat tarihi tarihinin Vasari'den sonraki ikinci nirengisi. Aslında o da "sanatın kökeni, ilerlemesi, değişimi ve düşüşü"nden söz ederken ve Greko-Romen sanatını idealleştirirken Vasari'nin perspektifini benimsiyor. Ama o sanatı, toplumsal, politik, kültürel ilişkileri çerçevesinde inceleyerek sanat tarihini sanatçıların ve eserlerinin kroniklerinin ötesine taşıyor. 1764 yılında yayınladığı Antik Dönem Sanat Tarihi, sanatı gayet geniş bir dönemsel 'coğrafya' içine yerleştiriyor: yönetim biçimleri, düşünce ve bilgi sistemleri, sanatın ve sanatçının statüsü ve hatta iklim koşulları.[4] Vasari sanatın "her şeyden önce doğanın taklidinde yattığını" belirtir.[5] Ona göre sanat doğayı ve doğa aracılığıyla Tanrı'yı gösterir. Oysa Winckelmann'la birlikte sanat, doğanın ötesinde toplumu ve onun aracılığıyla insanı gösterir.

Müzelerin altın çağı sayılan 19. yüzyılda kurulan Louvre, British Museum, Berlin ve Viyana müzeleri gibi "evrensel müze"lerle, onları izleyen ulusal müzelerin kavramsal temelleri ve küratoryal düzenleri Winckelmann tarihine dayanır. Winckelmann'ın öne sürdüğü, sanatın, farklı kültürleri bütünsel olarak ifade etmesine ilişkin tezi, modernlikle birlikte ortaya çıkan, ulusları temel alan anlatılara ve müzeolojik tasnif sistemine önayak olur. Ayrıca Winckelmann'ın Antik Dönem Sanat Tarihi, bütün halklara ve bütün zamanlara ait sanatın tarihselleştirilebileceği klasik normları belirler. Sanat tarihinin tarihiyle uğraşan nadir yazarlardan Prezisosi'ye göre Winckelmann, "Yunan sanatına ait jeneolojik sistemini, bütün zamanlardaki bütün sanat tarihinin bir alegorisi olarak işliyor: herhangi bir halkın sanatının ölçümlenebileceği norm veya standart".[6] İşte bu yüzden MÖ 203 yılında Semendirek Adası'na dikilmiş olan Kanatlı Zafer heykeli müzelerin ve akademilerin ikonu haline gelir.

Kanatlı Zafer, Louvre ve İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi (Mimar Sinan Üniversitesi)

Wölfflin'in Formalizmi

Wölfflin'le (1864-1945) birlikte sanat tarihi, Vasari'nin biyografik tarihinden de, Winckelmann'ın kültürel/ulusal tarihinden de kopar. Kendi ontolojisine yönelir ve bundan böyle "sanat sanatı" (Gombrich), "formlar formları" (Focillon) izler. Wölfflin okulundan Focillon'a göre, "formların türeyişini formların kendilerinden ve başka formlarla karşılaşmalarından başka hiçbir şey açıklayamaz... Formlar kendi kurallarına uyarlar".[7]

Formalist tarihlerde tanrısal sanatçının izleri silinir. Hauser'in deyişiyle bu, "adların olmadığı bir tarihtir".[8] Wölfflin tarihinde Vasari'nin çevrimlerine de yer yoktur. Ona göre sanat tarihi sarmal olarak ilerler ve dönemler ancak formların birbirleriyle karşıtlaşması sonucu ortaya çıkar. Formların karşıtlaşması, "kapalı-açık, çokluk-birlik, mutlak-göreli" gibi kavram çiftleriyle belirlenir. Örneğin bu çiftlerdeki ilk kavramlar klasik, ikinciler de Barok döneme karşılık gelir. Wölfflin'in formlar diyalektiğinin sonucu olan normlar evrenseldir. Dolayısıyla sanatçısı ve kültürü her ne olursa olsun, dünya üzerindeki herhangi iki eseri birbiriyle tarihsel anlamda kıyaslamak artık mümkündür. Wölfflin bu metodunu fotoğrafın icat edilmiş olması sayesinde geliştirir. "Sistematik kıyas yapmak için gerekli olan ve disiplinin kaderini belirleyen aracı sanat tarihine kazandıran Wölfflin'dir; iki eser arasındaki stil farklılıklarına dikkat çekmek amacıyla, iki projektörle, iki perdeyi dershanelerimize sokan odur."[9] Ve "bugün bildiğimiz haliyle sanat tarihi fotoğraftan doğar".[10]

Sanat tarihinin, formların birbirlerini yadsımasıyla ilerlemesi yolundaki düşünce Hegel'den kaynaklanır. Ve Gombrich'e göre bu, bütün sanata ait tarihi evrensel bir sisteme kavuşturma yolundaki ilk girişimdir.[11] O nedenle de "sanat tarihinin babası" unvanını Hegel hak eder. "İkonolojik" tarihini önemli ölçüde Wölfflin'in tezleriyle tartışmaları üzerine kuran Panofsky de "tarihsel sürecin tez, antitez ve sentez zincirine uygun olarak belirmesiyle ilgili Hegelci kavrayışın, sanatın gelişmesi için de eşit ölçüde geçerli göründüğü"nü söyler.

"Hegel’e göre sanat, Mutlak Tin’in [Geist] bilincine varmanın en üstün ifadesidir; başka bir deyişle Mutlak Tin’in duyusal tezahürüdür. (Mutlak Tin: akıl, hakikat, doğa, Tanrı.) Ve bu anlamıyla antik Yunan’da zirvesine ulaşan sanat, Hegel’in “modern” olarak tanımladığı Romantik döneme gelindiğinde, özündeki Tin’in bilincine varma görevini felsefeye devretmiştir. Dolayısıyla, insanın kendi varlığının farkında olması, sanatın duyusal bir meselesiyken, Romantik çağla birlikte felsefenin kavramsal bir meselesi olmuştur. Böylece klasik anlamıyla sona eren sanat, modern anlamıyla felsefeye evrilmiştir. Heidegger’e göre de hakikati arayan sanatın “kökeni”, ne sanatçıda, ne de sanat nesnesindedir, kendi hakikatindedir; başka deyişle kendi ontolojisinde veya felsefesindedir. Heidegger de antik sanatı bir tanrısallık kisvesine büründürür. Örneğin bir tapınak, mimarlığının sanatsallığı sayesinde tanrılarla insanları buluşturarak armonik bir dünya kurar, bir cemaat oluşturur. Ancak Heidegger de Hegel gibi, tinselliğin ifşa olduğu bu büyük sanatın sona erdiği görüşündedir."[12]

Wölfflin'in tarihi, romantizmle başlayan sanatın özerkleşmesi hareketinin bir ifadesidir. Sanatın, doğa, insan, Tanrı gibi başka hakikatlerin resmedilmesine son vererek kendi hakikatini aramaya yöneldiği bir döneme özgüdür. Sanat Tarihinin Temel Kavramları'nın yazıldığı 1915 yılı dolayları, soyutun, sembolizmin ve estetik formalizmin dilbilimdeki karşılığı olan yapısalcılığın yükseldiği zamanlardır. 20. yüzyıl sanat tarihi –özellikle semiyotik ve hermeneutik okullar– ve müzeolojisi, önemli ölçüde formalist metodolojinin ve stil kavramın etkisindedir. Wölfflin sanat tarihleri tarihinin son nirengisi sayılır. Onunki, hem Hegel'deki anlamıyla "sanatın sonu"nun tarihidir, hem de "sanat tarihinin sonu"dur. Özerkliğin, modernizmin ve avangardın parçalandığı Wölfflin sonrası, formalizm sonrası dönem, "sanat tarihi tarihi"nin de nihayeti sayılmaktadır. Bu alandaki nadir yazarlardan Preziosi'nin, 1989'da yayınladığı Sanat Tarihini Yeniden Düşünmek kitabının[13] sön bölümünün başlığı "Sanat Tarihinin Sonları"dır. Hans Belting'in kitabı da Sanat Tarihi'nin Sonu üzerinedir (1995).[14] Belting bu kitabında "tarih sonrası" kavramını ortaya atan Arnold Gehlen'den bir alıntı yapar: "Şimdiden sonra sanatta, sanatın kendine ait bir gelişme olamaz. Şöyle ya da böyle anlamlı olan bir sanat tarihi bitmiştir. İlerde olacaklar zaten olmuştur. Bu da her cinsten stilin ve olasılığın keşmekeşinden oluşan bir yığından ibarettir – Posthistoire".[15]

Heinrich Wölfflin 

Wölfflin'le, ve Alois Riegl, Henri Focillon, Erwin Panofsky gibi diğer formalistlerle birlikte modernlik dönemi sanat tarihi ömrünü doldurmuştur. Daha doğrusu, sanat historiyografisiyle ilgili epistemolojik paradigmaların arkası kesilmiştir. Yüzyıllardır sanat tarihini devindiren ve sanatın analitik aklını oluşturan "stil" ve "form" geride kalmıştır. Çağdaş historiyografi önceki ortodoksileri aşmıştır. Günümüz tarihlerinin teorik kaynakları bir heterodoksi oluşturur. Bu kaynaklar iki grupta toplanabilir. İlki, romantizmden Marksizm'e, Frankfurt Okulu'ndan 1968 Fransız filozoflarına kadar bütün eleştirel düşünceleri içerir. İkinci grup, modernist ve avangard sanat hareketlerinin kendi düşünsel birikiminden, hatta bizatihi estetiğinden oluşur. Bu birikim genellikle manifestolarda ifade bulur. "Modernizmin babası" Baudelaire'le ve Mallarmé, Marinetti, Maleviç, Hugo Ball gibileriyle başlar; Debord, Haacke, Kaprow, Fraser ve Hito gibileriyle bugünlere gelir.

Zamanımız sanat tarihi çalışmaları, bütün önceki historiyografiyi eleştirel bir perspektif içine almakla birlikte, özellikle 20. yüzyıl avangardının arkeolojisiyle uğraşır. En yoğun olarak da, çağdaş sanatın örgütlenmesini keşfeder. Modernlik ve tarih sonrasındaki, küreselleşme ertesindeki, dev çağdaş sanat 'makine'sini çalıştıran iktidarları, hegemonyaları söker. Sanatı hayattan ve siyasetten yalıtan tarihlere meydan okur.


 

[1] Çeviren Ahmet Cemal, Hayalperest Yayınları. Sanat Tarihinin Temel Kavramları, daha önce, 1973'te, Hayrullah Örs'ün çevirisiyle ders kitabı olarak İstanbul Üniversitesi Ededebiyat Fakültesi Yayınları'ndan çıkmıştır.
[2] Giorgio Vasari, Lives of Artists: Vol. I [1550] (Londra: Penguin Books, 1987) s.84.
[3] Vasari'nin 'biyolojik' tarih şemasının öncellerinin Petrarca (1304-74) ve Ghiberti (1378-1455) olduğu kabul edilir.
[4] Eric Fernie (ed.), Art History and Its Methods: A Critical Anthology (Londra: Phaidon, 1995) s. 70.
[5] Vasari, a.g.e., s. 30, 31.
[6] Donald Preziosi (ed.), The Art of Art History: A Critical Anthology, (New York: Oxford University Press, 1998) s. 26.
[7] Henri Focillon, The Life of Forms in Art [1934], (New York: Zone Books,1992) s. 14, 29.
[8] Catherine Sousslofff, "Historicism in Art History", Encyclopedia of Aesthetics (New York: Oxford University Press, 1998) 2.cilt.
[9] Steve Edwards, Art and Its Histories (New Haven: Yale University Press, 1999) s.77.
[10] Donald Preziosi, Rethinking Art History-Meditations on a Coy Science (Londra, Yale University Press, 1989) s. 72.
[11] Ali Artun, "Çağdaş Sanat Tarihleri ve Türkiye'de Sanatın Çağdaşlaşması", Toplum ve Bilim, 79 (Kış/1998), s.38.
[12] Ali Artun, "Arthur Danto'nun Ölümü, Andy Warhol ve Sanatın Sonu", e-skop, 4/11/2013.
[13] Donald Preziosi, a.g.e.
[14] Hans Belting, Art History After Modernism [Das Ende der Kunstgeschichte-1995] (Chicago, University of Chicago Press, 2003).
[15] Hans Belting, a.g.e., s.182.