SANAT MİRASI ŞİRKETLERE EMANET

25.04.2016 tarihinde e-skop’ta yayınlanmıştır.

Hükümetin beklenen "Sürdürülebilir Kültürel Kalkınma Programı" nihayet geçtiğimiz günlerde Ankara Palas'ta Başbakan Davutoğlu tarafından açıklandı. Bu açıklamayla bir "kültür inkilabı"nın başlayacağı söyleniyor. Program, AKP rejiminin baştan beri sıkı adımlarla ilerlettiği kültürel/sanatsal özelleştirme ve muhafazakârlaştırma politikasını iyice pekiştiriyor: İstanbul AKM'nin onarılmak yerine harabeleştirilmeye devam edilmesi, Taksim'de Gezi'nin öcünü alacak düzenlemeler, Ankara AKM alanına "külliye", Asâkir-i Mansure-i Muhammediye Kışlası'nın ihyası vb. Kısacası, modernleşme dönemi sembollerinin parçalanması, yıllar önce açıklanan "muhafazakâr estetiğin inşası" yolundaki resmî kültür politikasının ilerletilmesi ve kamusal kültür/sanat varlıklarının ve etkinliklerinin özel şirketlere/vakıflara devredilmesi. Yeni program bu özelleştirme konusunda öncekilere taş çıkartan bir yol açıyor. Devlet müzelerinde bekletilen 2 milyon 950 bin eserin teşhir amacıyla özel müzelere devrini öngörüyor.[1] Yani kısır ve gerici bir müzeleşme politikası nedeniyle gün yüzüne çıkamayan ve sonunda yurttaşlara, topluma –bize– ait olan bir mirasın sergilenmesi için yeni kamu müzeleri açılmasını öngörmüyor da, bunları bir anlamda şirketlere hibe ediyor. Hem de üstüne "destek" vererek. Oysa, Devlet Resim Heykel Müzesi'ni, ülkenin yegâne modern sanat müzesini, 1938'den beri barındığı Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nden kapatıp kovarak bir çırpıda yerine 'Osmanlı ihtişamı'nı sergileyen Millî Saraylar Resim Müzesi'ni kurmayı başarmışlardı.[2] Her gün, Hilye ve Tesbih Müzesi, Fetih Parkı 1453 Müzesi, 1915 Çanakkkale Şehitlik Müzesi gibi müzeler peş peşe açılmaya devam ediyor. Yani devlet yeni yeni müzeler kurma olanaklarından mahrum değil. Nitekim açıklanan "Program" yalnızca 2016 yılında 18 yeni müze açılmasını öngörüyor.

Müzeler depolarıyla vardırlar. Bütün büyük müzelerde sergilenebilen eserlerin oranı, depolarda korunanlarınkinin kat be kat altındadır. Müzelerin altın çağında açılan Louvre gibi, British Museum, Viyana Kunsthistorisches, Berlin Altes gibi modern, evrensel müzelerin depolarında türlü hazineler saklıdır. Kuşkusuz bu hazineler, müzelerin küratoryal programlarına göre sergilere dahil edilir. Ya da uzun zamandır Berlin'de izlediğimiz gibi, müzeler-arası yeni bir düzenleme çerçevesinde peyderpey halka açılır. Ayrıca gayet özenli envanterleriyle her zaman tarihçilerin ve diğer ilgililerin erişimindedir. Şimdi bu kamu hazinelerinin özel kurumların yönetimine emanet edilmesini kim aklına getirebilir?  Hangi otorite böyle bir uygulama önermeye cüret edebilir?

18. yüzyıl sonlarından başlayarak modern müzelerin açılmaya başlamasıyla birlikte ve bu müzelerin sergilediği tarihsel anlatılar sayesinde, sanat, halkların, ulusların en değerli ortak servetini oluşturmuştur. O nedenle her şey özelleştirilebilir ama bu servetin özelleştirilmesi hâlâ tabudur. Kamu müzelerindeki sanat, bütün iktidarını şirketlere devretmiş olan halkları, hâlâ bir güçleri, mülkleri olduğuna inandıran nostaljik semboller haline gelmiştir.dir. Günümüzde müzeler, artık toplumsal iktidar mücadelesine yabancılaşmış zamanımız insanına özgü "post-politik", "post-demokratik" düzenlerin göstermelik sahneleridir.

Artık herkes biliyor ki, "özelleştirme" bir mülkiyet devri değil, bir iktidar devridir. "Madem devlet sergilemeyi beceremiyor, verelim parayı şirketlere, onlar sergilesin" türünden ilkel bir liberalizmin türevi de değildir. İnsanların kendi toplumu, toplumsal/doğal varlıkları, kültürü, tarihi üzerindeki iradesinin, ne kadar biçimsel olursa olsun, onlar üzerindeki yönetim hakkının elinden alınmasıdır.

Modern kamusal müzeler kurulurken, daha önce Tanrı'yı, azizleri, imparatorları, prensleri (soyluları) simgeleyen sanat eserleri yurttaşların malı haline gelmiştir. Bu sayede artık sanat, bir takım kültler yerine, hümanist anlayışa uygun olarak, insanlara kendisini gösterir. İnsan müzelerde tanrıların ve egemenlerin değil de, kendi kurduğu bir uygarlığın görkemini, kendi tarihi üzerindeki iktidarını izler. Bütün kültürlerle, topyekûn insanlıkla eklemlenerek evrensel bir bilince erer. Özelleştirilmiş ortamlarda –müzelerde, müzayedelerde, bienal ve fuarlarda– ise sanat, insanların kendi evreni üzerindeki egemenliğini değil, şirketlerin küresel sembolik gücünü ifade eder. Hümanist kültür politikalarının yerini korporatist gösteriler alır. Sanat esas olarak şirketlerin iletişim ve finans kaynağına dönüşür. Nitekim, bir zamanların AKP Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, gene dünyada ilk sayılacak bir proje ortaya atmıştı: Senet borsası gibi bir de sanat borsası kurulması. Aynı günlerde İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş da emlak borsası öneriyordu. Böylece gerek sanat, gerekse emlak asıl kullanım değerlerinden soyularak spekülatif birer yatırım aracına indirgeniyordu.

Özelleştirme sonucunda ayrıca sanat, şirketlerin kurumsal kültür (corporate culture) ve kurumsal yönetim/işletme (corporate management) yapılarına eklemlenir. Bu konuda İstanbul Modern Müzesi'nin başında bulunan Oya Eczacıbaşı'nın söyledikleri gayet açıktır: "[Sanat işletmesinin] herhangi bir işletmeden farkı yok aslında. Ürün olarak sanat yapıtları var."[3] Şirketler piyasanın eseridirler ve doğaları gereği piyasayla iç içe, kâr peşindedirler.[4] Ve zamanımızdaki en değerli varlıklarının markaları olduğu söylenmektedir. Dolayısıyla, şirketlerin sanat yönetimlerine teslim edilen sanatın, markalandırma ve pazarlama etkinlikleriyle, bunlara paralel iletişim teknolojileriyle ve sonunda piyasanın sembolik evreniyle kaynamadan dolaşıma girmesi düşünülemez. Onun için şirketlerin sanatın ve kültürün özelleştirilmesi ve yönetilmesi konusundaki iştahının "hayırseverlik" veya "toplumsal sorumluluk" projeleriye, "kâr amacı gütmeyen" girişimlerle tanıtılması safsatadır. Ayrıca toplumlar sanata karşı ilgilerini neden şirketlerin hamiyetperverliğine emanet etsinler ki? Sorumluluklarını neden onlara bıraksınlar ki?

Kamuya Bağışlanmış Olan Sanatın Akıbeti

Kamusal sanat koleksiyonlarının keyfî yönetimi ve kamunun kendi sanatından mahrum edilmesiyle ilgili başka örnekler de var: Güzin ve Feyhaman Duran ile Selim Turan'ın eşi Şahika Turan'ın büyük bir fedakârlıkla İstanbul Üniversitesi'ne bağışladıkları eserler 2003 yılından başlayarak merkez binada açılan "Resim Galerisi"nde, "Pinakothek"te sergilenmeye başlar. Üniversite bünyesindeki sanat tarihçilerinin çalışmalarıyla Selim Turan ile Feyhaman ve Güzin Duran'a ait 671 eserin sergilendiği ve kataloglandığı gayet yetkin bir müze açılır. Ama bu müze uzun zamandır açık değildir. Ayrıca müzedeki onca eserin korunması amacıyla Sakıp Sabancı Müzesi'ne emanet edildiği konuşulmaktadır. Nasıl olur da koca İstanbul Üniversitesi, bilemediğimiz bir nedenle yerinden edilen bu eserleri geçici olarak koruyup sergileyebileceği bir olanak yaratamaz ve özel bir müzeye teslim eder? Acaba Selim Turan ve Feyhaman mirası ait olduğu yere ne zaman dönecek.

Böyle bir kararın nasıl sonuçlar yaratabileceği, yakınlarda görülmüştür. Sakıp Sabancı Müzesi yönetimi, bu eserlerden Feyhaman Duran'a ait nü tabloları, geçenlerde Pera Müzesi'nde düzenlenen Üryan Çıplak Nü – Türk Resminde Bir Modernleşme Öyküsü sergisine ödünç vermemiştir. Dolayısıyla, artık son derecede nadir rastladığımız, konusuna tarihsel perspektif kazandıran bir sergiden, o konunun ustalarından birinin eserleri men edilmiştir. Bizler de bu eserleri izlemekten mahrum edildik.

İstanbul Üniversitesi'ni ilgilendiren bir başka örnek, 2014 Eylül'ünde kaybettiğimiz Tiraje Dikmen koleksiyonlarıdır. Tiraje Dikmen uzun yıllar Paris'te çalışmış ve burada büyük ilgi uyandırmış olan bir sanatçımızdır. Eserlerine özellikle Max Ernst gibi sürrealistler hayran kalmışlar ve onu toplu sürrealizm sergilerine davet etmişlerdir. Eğer 1950'lerde yerli bir avangard damardan bahsedilebilirse, Tiraje bu damarın öncülerindendir. Sanatçı kendi eserleriyle birlikte sahip olduğu başka bütün eserleri; Büyükada'daki şaheser art-deco evi ve Paris'teki korumaya alınmış 20. yüzyıl başlarından kalma atölyesi dahil bütün mal varlığını 1946'da mezun olduğu, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne vasiyet etmiştir. Vasiyet edilen eserler arasında kendi işleri kadar, başka koleksiyonlar ve Léopold Lévy mirası da vardır. Lévy 1936-1950 yılları arasında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü başkanlığı sırasında sanat eğitiminde yeni çığırlar açmış önemli bir Fransız sanatçısıdır. Ne Tiraje, ne de Lévy düzenli ve sık sık sergileyen sanatçılardı. Hayatları ve eserleriyle ilgili yayınlar sınırlıdır. Dolayısıyla eserlerinin önemli bir bölümü daha keşfedilmeyi beklemektedir. Bu nedenle de Tiraje'nin Üniversite'ye bıraktığı mirasın bir an önce sergilenmesi sanat tarihine katkısı bakımından da elzemdir. Ne var ki, ölümünün üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen, Üniversite'nin Tiraje'nin bize bıraktığı bu mirası nasıl yöneteceği halâ bir muammadır.

Resim Heykel Müzesi'nin Akıbeti

5. Antrepo'da yeni İstanbul Resim ve Heykel Müzesi projesi

Tabii asıl sorun, neredeyse yüz yıldır Türk İslam kimliği yolundaki çatışmalı kültürel politikalara kurban edilerek, çoğu zaman kapalı kalan ve Türkiye'nin 20. yüzyıl sanatını barındıran İstanbul Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nin akıbetidir. Bu müze, Halil Edhem gibi istisnai bir müzeci ve sanat tarihçisinin çabasıyla, 1900'lerin başında kurulmaya başlamış ve Avrupa'daki en ileri örnekleri gibi Güzel Sanatlar Akademisi'ne emanet edilmiş, modern ve donanımlı bir müzeoloji tasavvuruna sahip olan yegâne müzedir. 20.000 kadar esere sahiptir. 2012'de bu eserlerin korunamadığına ilişkin çıkarılan türlü tezviratla, 74 yıldır barındığı, TBMM Başkanlığı yönetiminde bulunan Dolmabahçe Sarayı kompleksindeki mekânından sürülmüştür.[5] Daha sonra, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörlüğü'nün girişimiyle 5. Antrepo müzeye tahsis edilmiş, burası projelendirilmiş ve inşaatı başlamıştır. İşte bundan ötesi meçhuldür. Bu 20.000 eser şimdi nerededir? En öncelikli görevleri korumak olan (curare) küratörleri kimlerdir? Bu müze eğer açılırsa, Türkiye'de sanat tarihine ilişkin bir anlatı kuracaktır. Bu meseleyle hangi tarihçiler uğraşmaktadır? Müzenin yeniden kuruluşu birçok alanda ciddi bir kadro gerektirir. Bu kadro kimlerden oluşmaktadır? Daha önce müzeye emek vermiş olan 'Akademi' bünyesindeki tarihçiler ve sanatçılar, bunlar arasında oluşturulmuş olan müzeyle ilgili kurul neden devreden çıkarılmıştır? Koleksiyonlardan, Ankara'daki Başkanlık Sarayı’na eser götürülmüş müdür? Envanterler ne durumdadır? İnşaat nasıl ilerlemektedir? Ve tabii hepsinden önce, bu müze açılacak mıdır? Ne zaman?


 

[1] Cumhuriyet, 22 Nisan 2016.
[2] Ali Artun, "İstanbul Resim Heykel Müzesi'ne Ne Oldu?"
[3] Zuhal Aytolun, "Bu Heyecanla Daha Yapacak Çok Şeyimiz Var", İstanbul Modern Sanat Müzesi Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczabaşı ile görüşme, Cumhuriyet Pazar, 13 Mart 2011.
[4] Joel Balkan, The Corporation: The Pathological Pursuit of Profit and Power (Londra: Constable, 2005).
[5] Ayşe H. Köksal, "Resim ve Heykel Müzesi'ni Tarihinden Koparma Darbesi, ya da Veliaht Dairesi'ni İşgal Et!"

 Ayşe H. Köksal, "Resim ve Heykel Müzesi'nin İlk Yıllarına Dair"