PİS RUS ‘PİSİ’LERİ

21.03.2022 tarihinde e-skop’ta yayınlanmıştır.

Tabii, her savaş bir yandan da kültür savaşı. Rusya ile Ukrayna arasında süregelen savaş da, Batı’da Rus müziğine, edebiyatına, sanatına karşı gayet nasyonalist bir saldırı körükledi. Bu yaygın ve eşgüdümlü kampanya sürüp gidiyor.[1] Milano Biccoca Üniversitesi Dostoyevski’yi eğitim programından çıkardı, Netflix Tolstoy’dan uyarlanan Anna Karenina dizisinin yapımını durdurdu. Londra’da Bolşoy Balesi’nin temsilleri, Viyana’da ölümünden 129 yıl sonra Çaykovski’nin eserleri iptal edildi. Hermitage Amsterdam Müzesi Rus avangardıyla ilgili sürmekte olan sergisini kapadı ve Petersburg Hermitage Müzesi’yle yıllardır sürdürdüğü işbirliğine son verdi. Münih Filarmoni Orkestrası büyük Rus şef Gergiev’i, Zürih Operası dünyaca ünlü soprano Netrebko’yu kovdu. Bu fanatizm Soğuk Savaş döneminin anti-komünist söylemini de diriltti. Habere göre “Florida Üniversitesi Karl Marx’ı Rus zannettiği için adının verildiği kütüphane çalışma odasının ismini değiştirdi” (ha Rus, ha komünist!). Engels’in hayatının büyük bölümünü geçirdiği Manchester’daki heykelinin kaldırılması gündeme geldi… Ve daha ne sansürler, yasaklar, kovmalar, kapatmalar; neler, neler… Ama en trajikomik örnek, kedilerin de ırk ayrımına maruz kalarak ‘Ruslaştırılıp’, düşmanlaştırılmaları. Uluslararası Kedi Federasyonu (Fédération Internationale Féline) Rus kedileri uluslararası yarışmalardan yasakladı.[1] Geleneksel olarak barışa hizmet ettiğine inanılan ve nispeten ‘dokunulmaz’ olan sporun durumu da sanattan daha iyi değil. Müsabakalardan atılan atılana…

Uluslararası Kedi Federasyonu’ndan kovulan ‘pis’ Rus pisileri

Birinci Dünya Savaşı ve Alman Kültürüne Hücum

Şimdikini andıran bir kampanya, Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransa’nın Alman kültür tarihine hücum etmesiyle yaşanıyor. 1914 yılında başlayan Dünya Savaşı'nda Fransa, 40 yıl önce uğradığı bozgunların, Prusya karşısında1870 yılındaki yenilginin ve Almanların Paris kuşatmasının öcünü almaya azmediyor. Bu nedenle savaşı Fransız ulusunun Almanlara karşı bir intikam savaşına dönüştürüyor. Bu savaş, Alman kültürüne karşı ve Alman romantizminden beslenen modernist sanat ile avangarda karşı bir karalama kampanyası başlatıyor. Buna göre,  

“barbar” ve “vandal” Almanlar, Fransız kültürünü istila etmişti. Kant'ın düşüncesi “Fransız ruhunu hasta etmişti”. Bütün sanatların ve duyuların birleşmesini ifade eden “topyekûn sanat eseri” (Gesamstkunstwerk) tasavvurunu ortaya atan Wagner, Fransız kültürünü yozlaştırmış, Nietzsche, Schopenhauer, Hegel gibi Almanlaştırmıştı. 1870 sonrasındaki modernist ve avangard sanat hareketleri, empresyonizm, sembolizm, fütürizm, pointilizm, fovizm ve kübizm, Fransa'ya karşı yürütülen Alman manevralarıydı. “Özellikle... kübizmin, düşmanın öncü birliğini oluşturduğuna inanılıyordu”. “Fransa'yı 'karıştırmak, yolundan çıkarmak ve işgal etmek' için düzenlenmiş olan bir komploydu." Bu işgale karşı etkin bir restorasyon rejimi, bir "düzene dönüş" rejimi (le retour à l'ordre) inşa edilmeliydi. "Düzene çağrı" (le rappel à l'ordre) ibaresini ortaya atan André Lhote oldu. Lhote, Cumhuriyet ertesinde egemenleşen milliyetçi-modern Türk sanatının Nurullah Berk gibi kurucularının da üstadıydı.[2]

Birinci Savaş'la Fransa'da başlayan, ama gittikçe tırmanarak iki dünya savaşı arasındaki bütün dönemi belirleyen ve kıtayı baştan aşağı etkisi altına alan "düzene çağrı" rejiminin geliştirdiği estetik politikalar en önce, modernist sanatın parçaladığı klasizme ve realizme dönüştür. Ve bu dönüş bağlamında Fransa'ya özgü bir millî kanonun inşa edilmesidir. Bu kültür politikaları gittikçe şiddetlenerek, İkinci Dünya Savaşı’na giden süreçte kurulan Alman, İtalyan ve Sovyet diktatörlüklerinin realist/klasist estetik rejimini oluşturmuştur.

André Lhote (1885-1962), akademisinde ders veriyor

Soğuk Savaş ve Soyut Ekspresyonizmin Evrenselleştirilmesi[3]

Soğuk Savaş esasen bir kültür savaşıdır. İkinci Dünya Savaşı’ndan yara almadan çıkan Amerika, perişan haldeki Avrupa karşısında bir estetik hegemonya harekâtına girişir. Serge Guilbaut’nun ünlü kitabının başlığına koyduğu gibi “New York Modern Sanat Fikrini [Paris’ten] Çalar”. “Paris Ekolü”, “New York School” olur. Artık dünyanın sanat merkezi Paris değil New York’tur. New York School altında tarihleştirilen soyut ekspresyonist sanatçılar bundan böyle Amerika’nın temsil ettiği evrensel modernizmin kurucuları sayılır. Hal Foster “Amerikan Resminin Zaferi’ formunda yeniden canlandırılan” modernizmin “Avrupa’nın yaşadığı yoksunluğa bir telafi olarak sunulduğunu” yazar. Savaşın ardından belli başlı bütün Avrupa müze ve galerilerini New York Okulu fetheder. Sadece 1956 yılında Avrupa’ya otuz üç gezici sergi yollanır. Bütün bu sanat seferberliği New York Modern Sanat Müzesi (MoMA) tarafından yönetilmektedir. Bu dönemde Müze’nin yönetiminden uzaklaştırılan sanat tarihçilerinin yerini istihbaratçılar doldurmuştur. Zaten Müze’nin sahibi olan Nelson Rockefeller, ekonomik ve siyasi gücünün yanı sıra dış politika ve istihbaratı yöneten devlet teşkilatının ve vakıfların koordinasyonundan da sorumludur.

Soyut ekspresyonizme ilahi anlamlar yüklenir. Komünizmle mücadelenin ideolojik resmidir, estetiğidir. Öyle ki, zamanın ABD Başkanı Eisenhower bu sanatın “Demokrasinin temel direği olduğunu” söyler. Eğer “sosyalist realizm” Sovyet komünizminin resmî sanatıysa, “soyut ekspresyonizm” de ABD liberalizminin resmî sanatıdır. Eğer Demir Perde’nin bir yanında “komünist realizm” varsa, öbür yanında da “kapitalist soyut” vardır.

Batı, soyutun yükselişine karşı Birinci Dünya Savaşı döneminde yücelttiği realizmi ve klasizmi, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından komünistlere terk etmiş, Soğuk Savaş ideolojisinin sanat gücü olarak soyutu örgütlemiştir.

Rus ve Batı sanatlarının Birliği

Görülüyor ki, her iki dünya savaşı dolaylarındaki kültür savaşları, sanat alanında esas olarak estetik politikalar zemininde örgütlenmiştir: yüzyıl başında soyuta karşı realizm, ortasından sonra da tersi. Şimdiyse, Rus sanatına karşı saldırıların estetikle ilgili bir tarafı yoktur. Saf olarak milliyetçidir. Hangi dönemden, hangi hareketten olursa olsun Rus sanatının ve sanatçılarının (hatta kedilerinin) yasaklanmasını, kovulmasını, ezilmesini getirmektedir beraberinde. Ama bu saldırı, boomerang gibi döner döner ve geri teper. Bizzat Avrupa sanatını vurur. Rus edebiyatı, sanatı, müziği, balesi, sineması olmadan 20. yüzyılın Avrupa sanatlarından nasıl bahsedilebilir? Örneğin, James Joyce’a göre “modern nesri herkesten önce Dostoyevski yaratmıştır”. Son derecede yoğun ve derinden etkilendiği Dostoyevski için Kafka “o benim kan kardeşim” der. Virginia Woolf’a göre Dostoyevski “Shakespeare’den sonra en heyecan verici” yazardır. Freud da Karamazov Kardeşler’in “şimdiye kadar yazılmış en harika roman” olduğunu kaydeder. Suç ve Ceza olmadan varoluşçuluktan bahsedilebilir mi? Nietzsche, Kunt Hamsun, Hesse, Hemingway, hatta Albert Einstein bile Dostoyevski’yi göklere çıkarır.[4] Bir başka örnek: Zamyatin olmadan distopya edebiyatı olabilir mi? Huxley veya Orwell olabilir mi? Rus avangardı olmadan, Rus konstrüktivizmi ve süprematizmi olmadan, modernist tasarımın ve mimarlığın dinamosu Bauhaus’tan geriye ne kalır? Bauhaus tedrisatının fikir babaları, Moholy-Nagy, Naum Gabo, Kandinski ve Lissitzki değil midir? Maleviç olmadan soyut? Avrupa balesi deyince de, en etkili simalar klasik balede Vagonova, modern balede Diyagilev’dir. Diyagilev’in 1910’da Paris’te kurduğu ve aynı zamanda bir sergi merkezi olan Les Ballets Russes de Sergey Diaghileff, bir avagard enternasyonalidir. Picasso, Matisse, Leger gibi sanatçılar Rus avangardlarıyla birlikte sahne ve kostüm tasarımları yaparlar. Satie, Debussy, Ravel, Manuel de Falla ve Strauss Diyagilev’e besteler yaparlar. Montajın babası Eyzenşteyn’in sinema sanatındaki etkisi bir yana, 1960’larda uyanan avangard sinema arayışları, Fransa’da ortaya çıkan Cinéma vérité, İngiltere, Amerika ve Kanada’da gelişen Özgür Sinema hareketi, ayrıca Guy Debord sineması, hep Vertov’un Sinema Hakikati (Kino Pravda) kuramından hareket eder…

Rus sanatının Avrupa sanatı üzerindeki, böyle kurucu anlamdaki etkileri saymakla bitmez. Çünkü ikisi, bir birliktir, bütünlüktür, kolektiftir ve kozmopolittir; ulusaşırıdır, nasyonal değil enternasyonaldir. O zaman siz Rus sanatına saldırırken aynı zamanda kendi sanatınızı da karşınıza alıyorsunuz demektir. Bu da yaşamakta olduğumuz gibi topyekûn bir sanat düşmanlığına dönüşmektedir. Tarihçilerin, savaşlara ve baskılara başkaldıran eleştirel, isyankâr özünü yitirerek, paraya ve dijitlere dönüşüp sona erdiğini öne sürdükleri sanatın kaderi de belki budur. 2011’de, önce New York’ta Occupy Wall Street protestolarıyla başlayan Occupy hareketine, sanat müzelerinin tırmanan eşitsizliğin ve yoksullaşmanın sahneleri olduğunu savunan sanatçılar da katılmış ve Occupy Museums eylemlerine girişmişlerdi. Protesto merkezleri New York Guggenheim Müzesi’ydi. Geçen gün sanatçılar yeniden Guggenheim’ı işgal etmişler ama bu defa NATO’yu Rusya-Ukrayna çatışmasına girmeye çağırarak savaş çığırtkanlığı yapmışlardır.

Picasso’nun Diyagilev için yaptığı kostüm tasarımı

Rus sanatına ve sanatçılarına karşı yürütülen kampanya, yukarda değinilen örneklerdeki gibi estetik ideolojiler, estetik rejimler zemininde cereyan etmiyor. Milliyetin Rus’sa Batı kültür sahnesinden kovuluyorsun. Başka bir ölçüt yok. Rus isen, hangi dönemden, düşünceden, stilden olursan ol müzisyenlerin, edebiyatçıların, sanatçıların, (hatta düşünürlerin) kötüdür, çirkindir, en azından zararlıdır; izlenemezler, silinmeleri, ortadan kaldırılmaları gerekir. (Bu arada tarihten aforoz edilen Ruslar arasına uzaya ilk giden kozmonot Yuri Gagarin de eklendi).

Sanat Varlığı İtibariyle Savaş Karşıtıdır

Yüzyıllardır birçok sanatçının eserleri, hatta birtakım hareketler sanatçıların savaşla mücadelesinden doğmuştur. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı’nın caniliği Dada’yı, sürrealizm ve ekspresyonizmi doğurmuştur. İkinci Savaş’ın vahşi realitesi ise sanatçıların realizmi terk ederek soyut hareketleri yaratmalarına yol açmıştır. Art Against War: 400 Years of Protest, Bruegel’den tutun, Goya’ya, Manet’ye, Munch’e kadar uzanan aydınlatıcı bir derlemedir. Bütün bu sanatı herhalde Picasso’nun Guernica’sı taçlandırır. Sanat hep savaş dehşetine karşı en etkili toplumsal güçlerden biri olmuştur. Ama şimdi, öyle anlaşılıyor ki, Savaş Sanatı (Sun Tzu, 5. yüzyıl) özgürlük sanatını kendine mal etmeye girişmiştir. Oysa sanat, köklü bir milliyetçilik ve düşmanlığa feda edilmek yerine, bu felaketlere karşı halkların dayanışması için, barış için, özgürlük için seferber edilebilir. Bunu da savaş tacirleri değil sanatçılar başaracaktır.

John Heartfield


Otto Dix War Cripples, 1920


Picasso, Guernica, 1937

Yaşlı Pieter Bruegel, Savaş Ganimetleri, 1563


 

[1] Marlene Lenthang, U.S. News, 3 Mart 2022.

[2]  “Düzene Çağrı” Rejimi, André Lhote ve Türkiye’nin Sanat Tarihi

[3] Bu bölüm için bkz. Ali Artun, Müze ve Modernlik, “ABD Mahreçli Modernizmin Örgütlenmesi ve MOMA”, “MOMA ve Soğuk Savaş” (İstanbul: İletişim Yayınları SantHayat dizisi, 2006) s. 282-291.

[4] Bkz. Dostoyevski hakkındaki Wikipedia maddesi