NİÇİN ‘MODERNİZM VE TÜRKİYE’ TARTIŞMASI

07.03.1992 tarihinde SANART’ın düzenlediği ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde gerçekleşen; İlhan Tekeli, Çağlar Keyder, Aydın Uğur, Ünal Nalbantoğlu, Hasan Bülent Kahraman, Hüseyin Alptekin, Vasıf Kortun, Levent Yılmaz’ın katıldığı ve Ali Artun’un yönettiği ‘Modernizm-Türkiye’ başlıklı panelin açılış konuşması.


Batı’nın kendi entelektüel varoluşunu sorguladığı modernizm eleştirileri bizde oldukça geç yankı bulmuştur. Önceleri sadece görsel sanatlar, mimarlık, edebiyat gibi pek duyarlı olmadığımız alanlara münhasır olduğu varsayılarak umursamazdan gelinmiş, postmodernizm biraz da arz ettiği boz-bulanık tablo yüzünden, gelip geçici bir stile, elitist bir ikileme indirgenmiştir.

1960’lardan başlayarak, özellikle dilbilim ve antropolojideki canlanmanın bütün bilimleri uyarıp, temellendirildikleri Aydınlanma düşüncesiyle hesaplaşmaya yöneltmesi, alternatif siyasal programların bu gelişmeleri süratle sindirmeye başlamaları, ancak yeni yeni bizi de kışkırtmaya başlamıştır. Bunda tabii asıl, umulmadık siyasal dönüşümlerden, gündelik hayatın mahremiyetlerine kadar sinen bir ‘durum’un farkedilmesi rol oynamıştır.

Bu duruma ilişkin belirlemeler oldukça uyumsuz bir kolaj görünümündedir:

• Bu durum ‘aklın egemenliği’, ‘refah’, ‘özgürlük’, ‘eşitlik’ gibi modernizmin evrensel normlarının, mitlerinin tükenmesi, krizi veya aşılmasıdır; ya da,

• Aşma söz konusu değildir; modernizm kendini dönemselleştirecek sınırlarının farkına varmaktadır; veya,

• Bu an sadece modernizmin ebedi karakteriyle hep çatışarak varolagelmiş geçici, tesadüfi, parçalı yüzünün öncekine kıyasla daha bir egemenleşmesinden ibarettir; veya,

• Psikolojinin terimlerini tercih edenlerce analiz edildiği gibi, geç kapitalizmin ideolojilerinin şartlandırdığı, zaman/mekan algısında şizofrenik bir tezahürdür.

• Estetiğin terimlerini kullananlar için ise, kapitalist pazarın ve rasyonel işletme sistemlerinin hayatın her alanını ve özellikle sanatları da egemenliği altına alması sonucu, estetik kodların yok olmasıyla birlikte bütün hayatın estetize edilmesidir...

Bütün farklılaşmalarına ve çatışmalarına rağman bu düşüncelerdeki ortak kabul, radikal bir dönüşümün varlığı ve bunun da hepsinde 18. yüzyıla, modernizme, Aydınlanma projesine yapılan atıflarla çözümlenmesi. Oysa, modernizmin, değişik coğrafyalar, kültürler üstü evrensel çağrılarının en yaygın kabulü gördüğü, resmileştirildiği bir dünya sistemi’ne yönelindiği varsayılıyor. Belki de Habermas’ın belirttiği gibi modernizm egemen ve ölüdür.

Modernist tarihlerdeki ideal toplum modellerinin, bunları açıklayan meta-anlatıların, mutlak hakikatlerin, evrensel doğruların, teknosentrizmin, rasyonel planlamanın... sorgulandığı ve farklı, öteki tarihlerin, kimliklerin, hayat tarzlarının vurgulanmaya başladığı bir an, bizim de kendi muasırlaşmamızı, Batılılaşmamızı, hayatlarımızı, sanatlarımızı yeniden okumak için fırsat yaratmaktadır.