İŞKENCE DESENLER

1994, "Abidin Dino, İşkence Desenleri" (Ankara) içinde, s.66.

Abidin Dino bu kitapta derlenen “İşkence Desenleri”ni, siyasal düşünceye ve örgütlenme çabalarına karşı o zamana kadarki en kapsamlı sindirme hareketi olan “1951 Tevkifatı” sürerken çizmiştir. Kendisinin de sorgulanıp salıverildiği baskınlarda, yasal örgütlenmesine izin verilmeyen Türkiye Komünist Partisi ile ilişkisi olduğu iddiasıyla 167 kişi tutuklanmıştır. Tutuklanan pekçok yazar, sanatçı, düşünür, akademisyen arasında, o günlerde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde felsefe öğrencisi olan ozan Ahmed Arif de vardır. Gözaltındaki sorgulamalarndan sonra Ahmed Arif, Abidin Dino’yu ziyaret ederek sorgulamalarda yaşadıklarını anlatmış ve “İşkence Desenleri” böylece onun tanıklığıyla yaratılmışlardır. Abidin Dino her an kendisini de aralarında bulabileceği hücrelerdeki dostlarının acısını, umudunu, uygulandıkları baskıyı ve dirençlerini; çevrelerindeki karanlığı ve içlerindeki aydınlığı bu desenleriyle paylaşmıştır.

Abidin Dino 1952 başında Türkiye’den ayrılarak önce Roma’ya, oradan da Paris’e gitmesinden sonra açtığı ilk sergilerde de hep işkence ile uğraşmıştır. “Eller” gibi, “Çiçekler”, “Adalar”, “Acılar”, “Acayipler” gibi, “İşkence” de sanatçının sanatında bırakmadığı, değişik dönemlerinde yeniden daldığı temalardan olmuştur.

Abidin, farklı, özerk bir ifade tarzı olarak desen türünün hakkını veren, bu tarzın en üretken temsilcilerindendi. Desen bir bakıma onun güncesiydi ve o bu günceyi gözlerinin seçebildiği, elini oynatabildiği yaşamının son anına kadar yazdı. Pera’nın keşleri, sazları, köpekleri, balık tezgahları, Çukurova’da pamuk işçileri, saltanat, kurtuluş savaşçıları, Paris caddelerinde 68 direnişçileri, gizemli dilberler, görülmemiş bitkiler, sonra kendisi, ameliyatlar, şırıngalar... Bütün bu desenler, ifade ettikleri nesneler, kişilikler, durumlar kadar sanatçının varoluşunun, yaşamsallığının da ifadesidirler.

Diğer türlerdeki eserleri gibi, Abidin’in desenlerini de, Avrupa-merkezli modernizmin tarihselci şemasının herhangi bir kategorisine zorlayarak yorumlamak mümkün değildir. Öte yandan, 63 yıllık desen külliyatının tamamında geçerli olan veya bu külliyatı düzenli olarak dönemselleştirebilecek ortak bir üslup seçebilmek de mümkün değildir. Her tema, her izlenim silsilesi, bir bakıma kendi üslubunu yaratmıştır. Bu izlenimler değişik dönemlerde yeniden işlendiğinde, öncekilerin üsluplarına da göndermede bulunur. Gene de her çizgisi onun adıyla ayırdedebileceğimiz özgün bir eser oluşturur.

Abidin çağdaş sanatın kuramıyla, öncüleriyle, onların ürünleriyle 1934 yılından başlayarak iç-içe olmasına rağmen, bu alandaki egemen diller yerine, kendi dilini geliştirmeyi, çeşitlendirmeyi tercih etmiş, dolayısıyla Paris’teki pek çok meslektaşı gibi bir ömür boyu aynı biçimci estetik sorunsala tutsak olmamıştır. Bunda, bir zamanlar ustalarına çıraklık ettiği hat sanatıyla, minyatür sanatıyla, Osmanlı mimarisiyle, Anadolu halk edebiyatıyla, Doğu kültürleriyle, Çin sanatıyla koruduğu bilinçli ilişkisinin etkisi belirleyicidir.

Bu kitapta derlenen “İşkence Desenleri”, sanatta toplumsal gerçekçiliğin yoğun olarak tartışıldığı ve sanatçının da bu tartışmalara hararetle katıldığı bir dönemde çizilmişlerdir. Ancak sanatçının bu akıma bağlılığını değil, aksine, bu akımın dogmacı, otoriter, klasizme öykünen, abartılı betimlemelere dayanan, egemen estetiğinin karşısındaki eleştirel özgünlüğünü belgelemektedirler.

Abidin Dino, ne ölçüde hep bireylerin, toplumların özgürlüğü için mücadele ettiyse, kendi sanatsal kimliğini de eserlerinde o ölçüde özgürce ifade etmiştir.