İKİ YÜZ SERGİ

Mayıs 2007, Galeri Nev’in 200 adlı sergisi için çıkardığı derginin içinde yayınlanmıştır.

Neydi Nev Sergilerinin Kaynağı?

Öncelikle Paris’ti. II. Dünya Savaşı ertesinde Paris’e göçmüş olan sanatçılarla tanışmak ve onların sanatının temsil ettiği dönüşümü kavramak Nev’in sergi politikasının oluşmasındaki en temel etmen oldu. Nev, 1984 Mayıs’ında açıldığında, daha sonra düzenli olarak sergilemeye gayret edeceğimiz bu sanatçıların, Mübin Orhon hariç, hepsi hayattaydı: Selim Turan, Hakkı Anlı, Nejad Devrim, Abidin Dino... Aralarına Tiraje Dikmen ve Yüksel Arslan’ı da ekleyebileceğim bu adlar, o zamana kadar Cumhuriyet dönemi sanatını koşullandıran Batılılaşma, “asrileşme” gibi kültür siyasetlerinden, ulus inşa etmenin büyük davalarından koparak, sanatın kendi davasına, kendi siyasetine kapılmışlar ve Paris’in son derece kozmopolit olan modernist sanat ortamına dalmışlardı. Fikret Muallâ, Hale Asaf gibi birkaç öncü dışında, bu cesareti ilk kez gösteren onlardı. Güdüleri 1839’dan beri devletin öğrenim amacıyla Paris’e gönderdiği sanatçıların tam karşıtıydı. Öncekiler gibi, bir estetiğin, bir kültürün akratılmasıyla memur edilmemişlerdi. Sanattan başka misyonları yoktu. Sanatın kendinden başka bir amaç için işlevselleşmesine, araçsallaşmasına direniyorlardı. Barbarca bir savaşın ardından nasıl olup da sanat yapılabileceği tasasına gömülmüş bir ortamda kaybolmak yerine, kendi dillerini bularak sivrilmeyi başarabilmiş ve böylelikle bir çağdaşlık çığrı açmışlardı. Ben, bu atılımın sanatın özerkleşmesi yönünde radikal bir hareket olduğunu ve bu nedenle de yerel bir estetik modernizmin eşiği olarak incelenmesi gerektiğini savunageldim. Değişik yayın ve sergilerimizde yer verdiğimiz “1950-2000” ibaresi bundan kaynaklanır.

Yukarıdaki sanatçıların sergileriyle başlayan tarihi, onları izleyen iki kuşağın temsilcileri günümüze taşıdı. Bu kuşaklar da yine uluslararası deneyimleriyle öne çıkıyordu. İlk olarak Erol Akyavaş, Burhan Doğançay, Alev Ebüzziya, Mehmet Güleryüz, Ömer Uluç, Komet, Alaettin Aksoy, Utku Varlık, Ergin İnan, Koray Ariş... Ardından: Canan Tolon, Kemal Önsoy, İnci Eviner, Serdar Arat, Hale Tenger, Mithat Şen... Bu çekirdeğin çevresinde ise, daha seyrek sergileme olanağı bulduğumuz, her üç kuşaktan başka sanatçılar yer aldı: Fikret Muallâ, Zeki Faik İzer, İlhan Koman, Âbidin Elderoğlu, Ferruh Başağa, Kemal Bastuji, Behçet Safa, Neş’e Erdok, Azade Köker, Şükrü Aysan, Serhat Kiraz, Mehmet Koyunoğlu, Hüseyin Alptekin, Melek Mazıcı, Selma Gürbüz...

Elbette bu simalar, savaş sonrasından günümüze her deneyimi, her sanatsal tavrı ya da kuşakların her üyesini temsil etmiyorlar. Sergilemeyi tercih ettiklerimiz, kanonik bir seçimin, yani estetik bir derecelendirmenin sonucu değil. Piyasayla ya da yaygın olan beğeniyle de ilgisi yok. Ayrıca yukarıda değindiğim tarihsel teze yaslanmasına rağmen, kuşkusuz, sergi programımızın bir mühendislik tasarısını andırması beklenemez. Akılcı, nesnel, bilimsel, vb. bir şemaya indirgenemez. Çünkü işin içinde duygular, yakınlıklar, baskılar, tesadüfler de var doğal olarak; galeri dünyasında hep olageldiği gibi... Ama bir kılavuz var ve o da, sanata özerkliğini kazandıran, onu özgürleştiren modernist kavrayış. Batı estetiğinin kalıplarında evrensel bir formalizm ya da aksine etnik bir özgünlük olarak değil, farklı estetiklerin keşfi, farklı modernleşme süreçleriyle eklemlenen kültürel hadiseler olarak düşünülmesi gereken bir modernist kavrayış. Nev’in sergilediği sanatçılar işte bu anlamda zamanlarının temsilcisi sayılırlar. 1950-2000 döneminin suretini çıkarmazlar tabii, ama tarihsel bir profilini çizerler, referanslarını oluştururlar. Nev’in açılmasından neredeyse yirmi beş yıl sonra gerçekleşen, günümüzün sanat tarihi ve müzecilik alanlarındaki hamleleri yanılmadığımızı gösteriyor.

Galeri Nev, Ankara programını kurarken düzenli olarak Avrupa avangardından örnekler sunmayı da tasarladı. Picasso, Bonnard ve Dali’nin özgün gravür ve litografileriyle başlayan bu dizinin son sergileri, 1950’li yılların önemli hareketleri art brut ve CoBrA’nın önderleri Dubuffet ve Alechinsky’ye aitti. Dışarıdan gelen sergilerin en zengini ise, müze koleksiyonlarından derlenip Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nde açılan CoBrA sergisiydi. Yanılmıyorsam, yabancı sergilere programında düzenli olarak yer veren ilk galeridir Nev. Üstelik bu sergilerin pek çoğunun satışa açık olması sayesinde, yerli koleksiyonlara yabancı eserler de girmeye başladı.

Ankara Nev’in programını biçimlendiren bir başka etmen ise müzesizliğimizdi. Elbette bir galerinin müzenin yokluğunu gidermesi güçtü. Ama aynı çekirdek grubu, belirli aralıklarla tekrar tekrar sergilemenin, izleyicinin hafızasında bırakacağı izler, arka plandaki tarih tezine ait profili tamamlayabilirdi. Ayrıca bu sergi akışında, sanatçıların bireysel estetiğindeki dönüşümler de okunabiliyordu. Bunlar aslında bir müzenin vazgeçilmez nitelikleridir. Nev sergilerindeki bu anlayış, kitap ve katalog yayınlarıyla da desteklenmiştir. Bunun en kapsamlı örneği, geçen yüzyılın ve binyılın sona ermesi dolayısıyla yayımladığımız “müzekitap”tır. “1950-2000” başlığını taşıyan “müzekitap”, Nev galerilerinin sergilediği iki bin eserin röprodüksiyonunu içerir ve kitabın arkasındaki düşünceye ilişkin kısa bir sunuş metniyle açılır. Şimdilerde, sergilediğimiz sanatçıların müze koleksiyonlarındaki yerlerini almaya başladığını görüyoruz; ancak bu sanatçıların işleri, hiçbir koleksiyonda Nev’in sunduğu zenginlikte görülemeyecektir.

Nev’in galeri yönetimine yaklaşımı, kamusallığa verdiği önemi gösterir. Nev, her zaman sergi düzenlemeye öncelik vermiş, yirmi üç sezon boyunca sergilerine hiç ara vermemiş ve her kesimden sanat izleyicisi kazanmaya çabalamıştır. Hiçbir zaman bir “açılış” ya da “satış” galerisi olmamış, tam aksine, birçok sergiye hiçbir eserin satılmayacağını bile bile girişmiştir. Yalnızca sergileriyle değil, başta yayınlar olmak üzere diğer tüm etkinlikleriyle sergilerin çevresinde düşünsel, eleştirel bir birikim oluşturmaya yönelmiştir. Son yıllarda İletişim Yayınları’ndan çıkan “SanatHayat” dizisi de bu yolda bir çalışmadır. Galeri Nev, 1980’lerin başında, bir darbeler döneminin kültürel baskısı altında kurulmuştur ve sonuçta sergi politikasını belirleyen, sanatın özgür, eleştirel, sorgulayıcı bir hayatın can damarı olduğuna ilişkin inancıdır. Kuruluşumuzdan beri birlikte yetiştiğimiz, bu inancımızı ve heyecanımızı paylaşan arkadaşlarımıza, sergilerimizi kaçırmayan izleyicilerimize ve sanata kapılan herkese teşekkür ederiz.